Tarih öncesi çağlardan beri bilinen ve insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan tüberküloz, Nikiforuk’un “Mahşerin Dört Atlısı, Salgın ve Bulaşıcı Hastalıkların tarihi” isimli kitabına giren ve zengin, fakir, köylü, kentli ayrımı yapmaksızın toplumun her kesimini kıran bir hastalıktır. Çok bulaşıcı ve kısa inkübasyon dönemli viral hastalıkların aksine uzun inkübasyon devri olan ve minimal enfeksiyöz bir hastalıktır.
Verem basili başlangıçta sadece sahillerde yaşayan topluluklarda hastalık yapabilmiştir. Nitekim 1880’li yıllarda Rusya’da seyrek görülüyordu. 19. Yüzyılın ortalarında Çin ve Hindistan’da görülmeye başlamıştır. Güney Sahra’da yaşayanlarda 20. Yüzyıllarda bile tüberküloz bilinmiyordu. Verem Kuzey Amerika, Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya, hatta Eskimolara Avrupalılar tarafından taşınmıştır.
Verem tarihi hakkında araştırma yapanlar, Milattan Önce ve Milattan Sonraki asırlarda hastalığın Nil Vadisi’nde, Yunanistan’da, Amerika’da, Kuzey Amerika’nın Yeni İngiltere yöresinde ve Avrupa’da beş epidemik yükselme ve azalma şeklinde dalgalanmalar yaptığını ortaya çıkarmıştır. Bu epidemilerde birkaç on yıl hastalık en yüksek seviyeye ulaşmış ve sonradan ani olarak düşmüştür. Bu tür dalgalanmaların oluşmasında, bağışıklık sisteminin, sosyo-ekonomik olayların ve hastalığın doğal seyrinin etkisi olmuştur. Nüfus artışı, yoksulluk, göçler ve sanayi devriminin veremin artışında etkisi biliniyordu. Tüberkülozun sosyal yönünü ve sanayi ekolojisinin önemini ilk kez ortaya çıkaran Rene Dubos isimli çevre bilimcisidir.
Tüberküloz basilinin bulunma şerefi 11 ARALIK 1843’te Bergstadtchen\Almanya’da doğan çok çocuklu bir ailenin çocuğu Robert KOCH’a nasip olmuştur. Koch’un 1876’da ilk buluşu, Şarbon hastalığının amili olan Bacillus Anthracis’in özellikleriydi. Bu yüzden önce Berlin’deki Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü’nün direktörü olmasını sağladı. 1880’li yıllarda Prusya’da tüberküloz mortalitesi 100binde 300’den fazlaydı ve orta yaştaki insanların %40’ı veremden ölüyordu. Koch bakteriyolojik çalışmalarını ölümün kaptanı gibi kötü şöhreti olan tüberküloza yönetti. Tüberküloz basilini balgamda buldu.
Koch’un tüberküloz basilini bulması birçok araştırmacıyı hastalığa karşı aşı geliştirmek için çalışmaya yönlendirdi. Bunlardan en önemlisi BCG aşısını bulan bakteriyolog Leon Charles Albert Calmette ve veteriner Jean Marie Camille Guerin isimli iki Fransız bilim insanıdır.
En etkili anti-tüberküloz ilaçlarıdan olan Isonicotinic Acid Hydrazide veya INH olarak bilinen Isoniazid yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı. Almanya’da Bayer, birleşik Amerika’da Squibb ve Hofman-La Roche isimli ilaç firmalarının eş zamanda buldukları INH, diğerlerinden on defa daha kuvvetli ve non toksik bir ilaçtı. Aslında bu ilacın daha önce tedaviye girmesi gerekiyordu. Zorluk patent almadaki güçlükten geliyordu. Prag’lı iki eczacı Hans Meyer ve Josef Mally 1912 yılında Isonicotinic Acid Hydrazide bulmuşlar ve ilacın patentini almışlar fakat veremde kullanılmamıştır.
Birleşik Amerika’da SM, sonrası PAS ve INH, Mayo kliniğinde Hindshaw ve Feldman, New York’taki Sea View hastanesinde Rabitzek ve Selikoff ve arkadaşları tarafından, daha önce sanatoryumlarda yatak istirahati, pnömotoraks ve torakoplasti gibi çeşitli tedavi görmüş hastalar üzerinde denenmeye başlandı. Sonuç çok başarılı idi. Konu medya kanalı ile topluma aktarıldı. Gazete ve Life gibi dergilerde hastanede dans eden, çılgınca eğlenen hastaların resimleri yer alıyordu.
Dünya Sağlık Teşkilatı, BMC ve Hintli araştırıcıların iş birliği ile 1959 yılında Madras’ta, yeni tanı konmuş, balgamında basil bulunan 193 hasta rastgele yöntemiyle, sanatoryumda ve ayaktan olmak üzere ve bir yıl süre ile INH + PAS kombinasyonu ile tedaviye aldılar. Yatan hastalar, istirahat ediyor ve iyi besleniyordu. Ayaktan tedavi görenleri, sosyal yardımcılar ziyaret ederek ilaçları düzenli alıp almadığını kontrol ediyordu. Sonunda iki grup arasında iyileşme yönünde önemli bir fark bulunmadı. Tedavi bittikten sonra beş yıl sonra yapılan kontrolde ev tedavi gören 96 hastanın 82’si, sanatoryum tedavisi gören 97 hastanın 84’ü iyileşti. Ev tedavisi görenlerle temaslı olan 256 kişinin 24’ünde hastanede tedavi görenlerin temaslı olduğu 272 kişinin 38’inde verem gelişmiştir. Bu araştırma sonucu sanatoryumların kapanmasına zemin hazırlamış oldu.
1906 yılında Paris’te toplanan Uluslararası Tüberküloz Kongresi’ne İstanbul’dan Besim Ömer Paşa katılmıştır. Dönüşünde İstanbul ve İzmir’de verem oranlarının ortaya çıkarılması için bir çalışma başlatmıştır.
Memleketimizdeki ilk sayısal bilgileri veren bu çalışmalarda o zaman nüfusu 1,2 milyon olan İstanbul2DA bir yılda 92.942 kişinin tüberkülozdan öldüğü saptanmıştır. 200.000 nüfuslu İzmir şehrinde ise yıllık mortalite 2.800’dür. Yıllık ölüm oranını %9-10 gibi çok yüksek seviyelerde gösteren bu çalışmalar hastalığın o günlerdeki vahim durumunu açığa çıkarmaktadır.
İlk verem ile savaş derneği “ Verem ile Mücadele Osmanlı Cemiyeti” adı ile 1918’de kurulmuş. Başkanlığına Besim Ömer Paşa getirilerek amblem olarak çift ay seçilmiştir. Cemiyet 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul´un işgali üzerine başladığı çalışmaları yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Meşrutiyet döneminde Bahriye Nazırı olan Cemal Paşa, akciğer veremine yakalanan birkaç deniz subayının Almanya’daki dağ sanatoryumlarından şifa bularak dönmeleri üzerine bu konu ile ilgilenmiştir. Almanya’dan bu nedenle davet edilen bir uzman olan Dr. Rabino yaptığı gezi sonucu Kütahya’nın Çamlık mevkiini çok uygun bulmuştur. İnşaat için gerekli tahsisatın ayrılmış olmasına rağmen I. Dünya Harbi sanatoryumun yapılma imkanını ortadan kaldırmıştır. Atatürk Mart 1923’te yaptığı Büyük Millet Meclisi açılış konuşmasında verem konusuna değinmiş ve İstanbul’da bir verem hastanesi yapılmasını istemiştir.
Asıl adı Ali Tevfik Salim olan Prof. Dr. Tevfik Sağlam 1882 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1903 yılında Mektebi Tıbbiye-i Şahane’den yüzbaşı rütbesii ile mezun olmuştur. Prof. Dr. Tevfik Sağlam bu okulun Tıbbiye-i Mülküye ile birleştirip Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nin kurulması ile öğretmen yardımcılığı sınavını kazanıp İç Hastalıkları Laboratuar Şefi olarak göreve başlamıştır. 1914’te I. Dünya Harbinin patlaması ile istifa ederek 2. Ordu Başhekimliği görevine atanmıştır. Harp süresince orduda çok yaygın olan tifüs ve kolera ile başarılı bir şekilde savaşmıştır. 1918 yılında harbin sonlanması ile Tıp Fakültesindeki görevine dönse de 1921’de Ankara’ya geçerek Atatürk’ün bağımsızlık hareketine katılmış ve Ordular Sıhhiye Dairesi Başkanlığına getirilmiştir. Prof. Sağlam 1923 yılında İstanbul’da Gülhane Dahiliye Kliniği Direktörlüğü ve Hastane Başkanlığına atanmış ve General rütbesine yükseltilmiştir. 1929 yılında tekrar İstanbul’a dönen ve Gureba Hastanesi’nde çalışan Prof. Sağlam 1933 Üniversite Reform Kanunu ile Tıp Fakültesine dönmüş ve Profesör ünvanı verilerek III. Dahiliye Kliniği öğretim üyesi ve fakülte Dekanı olmuştur. 1934’te Maarif Vekili ile ihtilafa düşerek Üniversiteden ayrılmış, Haydarpaşa Numune Hastanesinde çalışmış, 1939’da Tıp Fakültesi Profesörler kurulunun daveti ile III. Dahiliye Kliniği Kürsü Profesörlüğüne atanan Prof. Sağlam 1943-1946 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yapmış, 27.05.1952’de emekli olmuştur.
Bütün dernekleri bünyesinde birleştiren “Ulusal Verem Savaşı Derneği”ni 1945 yılında kurdu. Prof. Dr. Tevfik sağlam 1963 yılında vefat etmiştir.